8 Kasım 2016 Salı

DUVARLAR ÖRMEYELİM KÖPRÜLER KURALIM...

Memleketin birinde, geniş arazilerinin içinde, babalarından kalma güzel bir evde birlikte yaşayan iki kardeş varmış.
 İki kardeşin de huyu suyu birbirine benzemez, birbiriyle hiç geçinemez, birisinin ak dediğine öteki kara der, biri ötekinin sözünün altında kalmaz, buldukları her fırsatta birbiriyle kavga edip dururlarmış.
 Bir değil, iki değil, her Allah’ın günü... Bu hal hal değil, bu gidiş gidiş değil.
 Günün birinde iki kardeş, “Böyle her gün birbirimizi yiyeceğimize, didişip duracağımıza, ahaliyi birbirimize güldüreceğimize, ayrılalım; nasılsa arazi bol, ikinci bir ev daha yapalım, birimiz oraya taşınalım” demişler.
 Öyle de yapmışlar. Arazilerinin içinden geçen ırmağın öte yakasında bir ev daha inşa etmişler, küçük kardeş pılısını pırtısını toplamış, yüklenip yeni evine taşınmış.
 Ama derler ya, “can çıkar huy çıkmaz” diye... Birbirinden uzaklaşmışlar ama yine de her sabah uyanır uyanmaz ilk işleri, evlerinin damına çıkıp birbirine küfür ve hakaret etmek olmuş. Küçük kardeş bakmış ki bu hayat böyle sürmeyecek. Düşünmüş tanışmış, kasabaya gidip bir duvarcı ustası bulup getirmiş. Demiş ki ustaya:
“Usta, al sana gani gani para, ırmağın tam karşı kıyısına, ağabeyimle benim evimin arasına, birbirimizi görmeyecek şekilde, yüksek ve kalın bir duvar ör.”
Usta’nın canına minnet, “Peki” demiş.
Küçük kardeş ustayla anlaştıktan sonra, duvar yapılırken de birbirine hakaret edip ustaya mahcup olmasınlar diye, duvar bitinceye kadar uzak bir yere gitmeye karar vermiş.
 Gitmiş; duvarın bittiğine kani olduktan sonra evine dönmüş.
 Ancak gelir gelmez, hiç beklemediği bir şeyle karşılaşmış.
 Ustaya sipariş ettiği duvar hak getire...
Ne öyle bir duvar var, ne de bir engel.
 Ağabeyinin evi öyle vicdan azabı gibi tam karşısında duruyor...
Usta, duvar yerine başka bir şey yapmış. Kardeşiyle kendisinin evini birbirinden ayıran ırmağın üzerine bir köprü inşa etmiş. Hem de sapasağlam bir köprü...
Küçük kardeş öfkeden kudurmuş, sinirlenmiş, ağzından köpükler saça saça ustanın üzerine varmış:
Bre densiz, ben ağabeyimle arama bir duvar ör diye sana eşek yüküyle para verdim. Sen de duvar yapacağına ikimizi birbirimize daha da yakınlaştıran köprü yapmışsın. Bu ne sorumsuzluk böyle, ben senden köprü mü istedim?”
Usta gayet sakin, cevap vermiş:
“Ben duvar yapmayı bilmem ki... Benim işim köprü yapmak.”
Usta çıkarmış işverenin kendisine daha önce peşin ödediği parayı, ona geri vermiş.
“Al paranı. Benim acelem var. Daha birbirine düşman bir sürü kardeş arasında inşa etmem gereken bir sürü köprü var. Hadi Allah’a ısmarladık” demiş ve arkasına bakmadan çekip gitmiş. Usta gidince küçük kardeş oracıkta taş kesilmiş. Başından aşağıya buzlu sular dökülmüş gibi. İrkilmiş, kendine gelmiş. Ustanın sözlerini uzun uzun düşünmüş, tartmış biçmiş. Sözdeki hikmeti iyice idrak ettikten sonra kararını vermiş. Bütün kininin, nefretinin bittiğinden iyice emin olduktan sonra köprüye doğru yürümeye başlamış. Köprünün üzerinden geçerek ağabeyinin yanına varmış. Elini öpmüş. “Bağışla beni ağabey... Ben dersimi aldım. Bundan sonra seninle hiç kavga etmeyeceğim” demiş.
 İki kardeş oracıkta birbirine sarılmışlar. İki düşman kardeş olarak değil, iki kardeş olarak geri kalan hayatlarını sürdürmüşler.

VE DAHA SÖYLENMEMİŞ NE VARSA... 

Hiç yorum yok: